ARAŞTIRMA

Çocuğun Şiddet Algısı Projesi Araştırma Sonucu Raporu, İstanbul Bilgi Üniversitesi'nden Yard. Doç Dr. Zeynep Çatay Çalışkan, Uzm. Psik. Merve Özgüle ve Uzm. Psik. Çimen Güldöker tarafından hazırlanmıştır. Araştırma raporunun tamamı için tıklayınız.

Unicef’in 2010 tarihli raporunda not edildiği gibi Türkiye’de çocuğa karşı şiddet ve istismar konusunda daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır. Özellikle çocuğun gözünden şiddetin nasıl deneyimlendiğine odaklanan çalışmalar yok denecek kadar azdır. Bu araştırma bu açığı gidermeyi, farklı ifade kanallarını birarada kullanarak çocukların şiddeti nasıl algılandığını, deneyimlendiğini ve kavramsallaştırıldığını araştırmayı ve çocuğun algısını görünür kılmak hedefledi. Çocukların hem sözel hem de sanatsal ifadeleri birarada ele alındığında Tarlabaşı’nda yaşayan bu çocuk ve genç grubunda şiddetin günlük hayatın pek çok alanında sıklıkla maruz kaldıkları ve şahit oldukları bir deneyim olduğunu görüyoruz. Çocukların paylaşımlarında en çarpıcı bulgulardan bir tanesi özellikle fiziksel şiddetin günlük deneyimlerindeki yaygınlığı olmuştur. Çocuklar okul, mahalle, ev, medya gibi her ortamda fiziksel şiddetin farklı türlerine maruz kalmaktadırlar ve bu deneyim onlarda yoğun kaygı, korku, öfke gibi hislere yer açmakta ve iç dünyalarında yer etmektedir. Okul ortamında öğretmen ve idarecilerden çocuklara yönelik olarak tasvir edilen fiziksel şiddet yaşantılarının sıklığı özellikle çarpıcıdır. Bu paylaşımlar okul ortamında şiddetin ne yazık ki hala öğretmenler ve idareciler tarafından bir disiplin yöntemi olarak benimsenmekte olduğunu göstermektedir. Yaygın olarak kullanılan bu yöntemlerin çocuklar için oldukça örseleyici olduğu ve çocuklar arasındaki zorbaca davranışları da beslediği unutulmamalıdır. Çocuklar özellikle fiziksel şiddet deneyimlerinin onlarda yoğun korku, kaygı duygularına yol açtığını ifade etmişlerdir. Bu yoğun duygulanımların yer yer çocuklarda duygusal ve düşünsel düzeyde dağılmaya yol açması özellikle bazı öykülerde anlatımda kopukluklar, olay örgüsü kurmada zorlanma şeklinde görünür olmuştur. Fiziksel şiddete dair güçlü imgeler bazı çocuk resimlerinde de ortaya çıkmıştır.

Çocukların dünyasında arkadaşlar arasında alay etme, küçük düşürme gibi ilişkisel şiddet yaşantılarının da çok belirgin olduğu görülmüştür. Özellikle okul ortamıyla ilgili rapor edilen bu yaşantılar yine okulda zorbaca davranışların yaygınlığını göstermektedir. Okula dair olumsuz paylaşımların diğer kısmı da sınav sisteminin boğuculuğu ve genel olarak eğitim sistemindeki adaletsizlikler ve belirsizlikler ile ilgili olmuştur. Özellikle 13-15 yaş grubunun eğitim sistemine dair pek çok eleştirisi olduğu ve bunları ifade edecek kanalları olmadığı görülmüştür. Eğitim sistemine dair yapılan paylaşımlar bütüncül olarak değerlendirildiğinde yeterli hizmeti alamama, sosyal faaliyetlerde bulunamama, sınav sistemi tarafından kıstırılmış hissetme, kendini temsil edilmemiş hissetme, ayrımcılık, cinsiyetçilik, kısıtlanma, bir şeye zorlanma niteliğinde birçok yaşantı olduğu görülmektedir. Okul ortamının bu çocuklar için kendini ifade etmeye elverişli bir ortam sağlamadığı, çocukların güvensiz ve saygı duyulmamış hissetmesine yol açan pek çok deneyimle dolu olduğu görülmektedir. Özellikle erişkinliğe dair benliğin ve kimliğin gelişmeye başladığı ergenlik döneminde okul ortamındaki olumsuz yaşantıların, şiddeti doğurabilecek ya da şiddet etkisi yaratabilecek nitelikte olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır.

Bu çalışmanın çarpıcı sonuçlarından bir tanesi de çocukların ve özellikle gençlerin çevresel şiddet kapsamına girebilecek olan, yaşam alanlarındaki olumsuzluklara karşı ne kadar hassas olduklarıydı. Şehrin merkezinde ve dezavantajlı bir bölgesinde yaşayan bu çocuk ve genç grubu mahallerinde en temel altyapı ihtiyaçlarının bile karşılanmamış oluşuna, temiz, güvenli oyun alanlarına sahip olmayışlarına, sokaklarda güvende hissedemiyor oluşlarına dair çok çarpıcı paylaşımlarda bulunmuşlardır. Bu paylaşımlar McInyre’ın (2000) Çevresel Şiddet’in de bir şiddet türü olarak tanımlanması gerektiği tezini destekler nitelikteydi. Yaşam alanlarına dair eksikliklerin boyutunun bu çalışmaya katılan çocuk grubunun en temel gelişimsel gereksinimlerinin karşılanmasını olanaksız hale getirdiği açıktır ve gelişimlerini sekteye uğratacak boyuttadır. Pek çok çocuk ailelerinin güvenlik gerekçesiyle sokağa çıkmalarına izin vermediğinden, çıksalar da oynayacak alan bulamamaktan şikayet etmiştir. Mahalle ve okullarındaki eksikliklerin çocuklarda bir ihmal edilmişlik duygusuna yol açtığı da görülmüştür.

Genel olarak mahallenin çocuklar için özellikle korku yaşantılarının deneyimlendiği bir alan olması çarpıcıdır. Bu deneyimleri besleyen bir başka etkenin de şehrin merkezinde yaşayan bu çocukların pek çok politik gösteriye ve güvenlik görevlilerinin yoğun gaz bombası kullanımına şahit olmuş olmalarıdır. Bu çocukların dünyasında ve mahalle deneyiminde ayrıca Suriyeli mültecilerin de önemli bir yer tuttuğu görülmüştür. Suriyeli mülteci çocuklar kimi zaman onları ürküten, kendi sınırlarını ihlal edebilecek figürler olarak, kimi zaman da empati kurdukları, zor koşullarına üzüldükleri yaşıtları olarak belirmiştir anlatımlarında. Ayrıca 13-15 yaş grubu Suriyeli mülteci sorununu daha geniş sosyo-politik çerçeve içinde ele alabilmiştir.

Bu çocukların deneyiminde ev ortamının da hem fiziksel hem de sözel ve ilişkisel şiddet örnekleriyle dolu olduğunu görüyoruz. Özellikle anneden çocuğa yönelen fiziksel ve sözel şiddet deneyimleri sıklıkla paylaşılmıştır. Bu bulgu da fiziksel ve sözel şiddetin ev ortamında yaygın bir disiplin yöntemi olarak kullanıldığını düşündürmektedir. 2013 yılında Türkiye’de 0-8 Yaş Arası Çocuğa Yönelik Şiddet Araştırması’nda da Türkiye çapında ebeveynlerin %74’ünün evde duygusal ve sözel şiddet yöntemlerine %23’ünün de fiziksel şiddet yöntemine başvurduğunu beyan ettiği bulunmuştur. Ayrıca ebeveynlerin çoğu duygusal şiddetin çocuklarına bir zarar vermediğini düşündüklerini ifade etmiştir.

Bu araştırmada ev ortamında diğer aile üyeleri arasındaki şiddet içeren etkileşimlerin de çocukları epey etkilediği görülmüştür. Çocukların sıklıkla yakındıkları bir diğer deneyim evde kendilerinden çok fazla iş yapmalarının beklenmesi olmuştur. Özellikle annelerinin bu beklentilerini karşılayamamak ya da zorlanma deneyimi evdeki yoğun çatışma konularından birisidir. Çocuklar ayrıca anne ve babalarının genel olarak yorgunluklarını, moral bozukluklarını kendilerine öfke ve şiddet olarak yönelttiklerine dair farkındalıklarını ifade etmişlerdir. Bu paylaşımlar genel sosyo-ekonomik kısıtlılıkların ve günlük yaşam streslerinin anne babaların bakım verme kapasitelerini nasıl daralttığını ve çocuklara erişen şiddet döngüsünü nasıl doğurduğuna önemli bir örnek oluşturmaktadır. Ev yaşantısıyla ilgili olarak çocukların şikayet ettikleri bir diğer unsur da kısıtlanmışlık hissi ve kendilerine yeterince söz hakkı verilmemesi idi. Bunun dışında evde ihtiyaçlarının karşılanmaması, kendilerine yeterince ilgi gösterilmemesi, zaman ayrılmaması da hassas oldukları diğer noktalardı.

Daha büyük yaş gruplarının paylaşımlarında cinsel şiddet örnekleri de yer alıyordu. Özellikle sokakta, toplu taşımada ve medyada şahit olunan cinsel taciz yaşantıları 13-15 yaş grubu için önemli bir gündemdi. Çocukların cinsel şiddete dair yaşantılarını anlamlandırmak , isimlendirmek ve söze dökmekte yaşadıkları zorluklar da çarpıcıydı.

13-15 yaş grubunun gündemini oluşturan en önemli başlıklardan biri de cinsiyete dayalı ayrımcılıktı. Bu yaş grubundaki kız öğrenciler okulda, evde, mahallede çok farklı şekillerde cinsiyete dayalı ayrımcılık deneyimlemekten ve hayatlarının çeşitli şekillerde kısıtlanmasından şikayetçilerdi. Bu yaş grubunun evde yapmaları beklenen işlerden, okulda oynamaları gereken spor türüne kadar pek çok öğenin cinsiyetçi bir yaklaşımla belirlenişine dair oldukça hassas oldukları gözlemlendi. Erkek çocuklarsa okulda kolaylıkla ‘tembel’ olarak yaftalanmaktan ve daha sık öğretmenlerden dayak yemekten şikayetçilerdi.

Çalışmaya katılan çocuklar diğer ayrımcılık türlerine (engelliler, Suriyeliler gibi) karşı da epey hassaslardı. Ayrıca hem büyükleri hem de yaşıtları tarafından yeterince saygı görmeme deneyimi, sözlerinin dinlenilmemesi onları etkileyen diğer olumsuz deneyimlerdendi. Özellikle küçük yaş gruplarının yoğun bir şekilde ifade ettiği olumsuzluk okulda ve evde haksızlığa uğramak, haksız yere suçlanmak ve ceza almak oldu. Bunun dışında okulda ve evde pek çok şeyi yapmaya zorlanmak, tercih ve söz hakkına sahip olamamak çocuklar için belirgindi.

Buna karşın okulda öğretmenlerin ya da evde anne babanın ilgi ve sevgi ifadesini deneyimlemek çocuklar için en belirgin olumlu deneyimlerdendi. Öğretmenin onlarla özel bir aktivite yapması, sevgi göstermesi, harçlık almak ya da kendileri için doğumgünü partisi verilmesinin bu çocukların iç dünyasında bu kadar önemli bir yer ediyor olması çarpıcıydı.

Çocuklar şiddet yaşantılarının onların üstünde fiziksel, duygusal ve düşünsel çeşitli etkileri olduğunun farkındaydı. Özellikle korku, kaygı deneyimleri, ilişkisel şiddet karşısında kendini sevilmemiş ve değersiz hissetmek sık paylaşılan duygulardandı. Buna karşın şiddetin bazı durumlarda mazur görülebilir olduğu inancının bu yaş grubunda yerleşmeye başlamış olması ilgi çekicidir. Özellikle anne babalarının hatalı davranışları karşısında kendilerini dövme hakkının olduğu ya da okulda öğretmenin uyarılarına uymayan çocuklara fiziksel şiddet uygulanabileceği yönündeki inançlar yer yer ifade edildi. Bu bulgular şiddetin bir çözüm yolu olarak şimdiden bu çocuklar tarafından benimsenmekte olduğunu ve bu konuda yapılacak bilinçlendirme çalışmalarına ne kadar ihtiyaç olduğunu göstermektedir.

Bu başlık altında umut verebilecek bir bulgu 13-15 yaş grubunda şiddetin mazur görülmesine dair bir paylaşımın yapılmamış olmasıdır. Yaşın getirdiği düşünsel olgunluğun bu çalışmaya katılan gençlerin sorunlara daha kapsamlı bakabilmelerine yardımcı olduğu gözlenmiştir.

Çocukların resim ve hikayelerinde şiddet sarmalına dair önemli öğeler ortaya çıkmıştır. Bir ilişkide şiddete uğrayan karakterin başka bir ortamda kendisinin şiddetin faili oluşu sık rastlanan bir tema olmuştur. Bu sarmalı kırmak için çocukların ortaya koyduğu en önemli kaynaklardan biri şiddeti gösterene karşı olumlu, empatik yaklaşım ve ona hatasını anlatmaktır. Ayrıca şiddet deneyiminde en önemli sağaltıcı etkenlerden birisinin duruma müdahale eden, çocuğu koruyan, sağduyulu bir yetişkin figürü olması olmuştur. Böyle bir yetişkin figürünün dahil edildiği tüm hikayelerde çocuğun şiddet yaşantısına yapıcı bir şekilde çözüm getirilebildiği görülmüştür. Buna karşın kimi hikayelerde yetişkinlerin şiddeti durdurmak yerine kendilerinin de şiddet sarmalına kapıldıkları görülmektedir. Bu bulgular yetişkinlerin çocuklarda güven hissini kurmak, duygu düzenleme becerilerini geliştirmek açısından kritik olan rollerine dikkati çekmektedir. Bu alanda en büyük kısıtlılıklardan biri özellikle toplumun dezavantajlı kesimini oluşturan yetişkinlerin hayatlarındaki zorluklar ve onların da maruz kaldıkları şiddettir. Yetişkinlerin kendi stres yaşantılarını şiddet dolu etkilişimler olarak çocuklarına yansıttıkları görülmektedir. Özellikle sosyo-ekonomik açıdan ciddi bir yoksunluk ve belirsizlik içinde yaşayan aileler için hayatın her alanında, özellikle de içinde yaşadıkları çevreden şiddetin pek çok farklı türüyle karşılaşmak günlük bir deneyim haline gelmiş durumda. Ignacio Mart-in-Baro’nun (1994) ‘normal anormallik’ kavramıyla tanımladığı gibi şiddetin normalleşmesi toplumun pek çok kesimi için şu anda önemli bir risk oluşturmakta.

Bu çalışma toplumdaki şiddet döngüsünü kırmak için doğru sosyo-ekonomik politikaların izlenmesinin yanısıra toplumun farklı kesimlerine yönelik önleme programlarının yaygınlaşmasının da gerekliliğine işaret etmektedir. Çocuklarla yürütülen bu çalışmalar şiddetin yaşantılarının üstündeki sessizliği kırmak, deneyimleri söze dökmek açısından çok önemlidir. Bu anlamda sözel yöntemlerin yanısıra sanatsal ifade araçları da çocukların deneyimlerini aktarmak, onları düzenlemek ve dönüştürmek için çok faydalı kanallar sunmaktadır. Şiddet deneyimlerinden konuşurken çocukların bazı kavramlar konusunda epey kafa karışıklığı yaşadığı, şiddete karşı sınır çizmekte ve çözüm üretmekte zaman zaman zorlandıkları görülmüştür. Düzenlenecek önleme programlarının bu açılardan çocukları güçlendirmesi, onların sesini duyulur kılması çok önemlidir. Ayrıca bu programlarla yetişkinlere de şiddet sarmalını kırmakta üstlenmeleri gereken kritik rolün hatırlatılması ve bu konuda güçlendirilmeleri çok önemli olacaktır. Ebeveynlerin ve öğretmenlerin şiddetin yıkıcı etkisi konusunda bilinçlendirilmeye devam edilmesi, şiddet içermeyen disiplin yöntemleri konusunda repertuarlarının genişlemesi, kendi duygularını düzenleme ve streslerini yönetme becerileri konusunda da desteklenmelerinin çok önemli olduğu görülmektedir.